10 Aralık 2025 Çarşamba
Astroloji, enerji çalışmaları ve kişisel gelişim alanındaki deneyimleriyle tanınan güzellik uzmanı, eğitmen ve astrolog Hicran Kaplan, Business Channel Türk TV’de katıldığı programda astrolojinin yaşam üzerindeki etkilerini, kişisel gelişimdeki önemini ve bu alandaki kendi yolculuğunu detaylı bir şekilde anlattı. Astrolojiye bilinçli bir tercih olarak değil, bir “çağrılış” olarak adım attığını söyleyen Kaplan, özellikle rüyalar ve sezgiler aracılığıyla bu alana yöneldiğini ifade etti. Yıllar boyunca aldığı eğitimlerle kendini geliştirmeye devam eden Hicran Kaplan, güzellik uzmanlığından spiritüel koçluğa, NLP’den aile dizilimine kadar birçok alanda uzmanlaşarak astrolojiyi psikolojik yaklaşımlarla birleştirdiğini belirtti.
Kaplan, astrolojinin bir fal değil, tamamen enerjiye dayalı bir yönlendirme sistemi olduğunu vurgulayarak, “Astroloji bir navigasyondur; insanlara yanlış yoldan çekip doğru yolu gösterir” sözleriyle bu alanın işleyişini özetledi. Kişisel analiz, ilişki analizi, çocuk haritası, iş ve kariyer yönlendirmesi gibi konularda danışmanlık verdiğini söyleyen Kaplan, astrolojinin temel amacının insanlara kendilerini tanıma, doğru zamanda doğru adım atma ve farkındalık kazanma fırsatı sunduğunu kaydetti.
Başarı için sezgi, empati ve öğrenmeye açıklığın şart olduğunu belirten Kaplan, her insanın içinde bir yetenek bulunduğunu ancak bunun doğru enerjiyle desteklenmesi gerektiğini ifade etti. Egoyu tatmin etmek için değil, insanlara rehberlik etmek için çalıştığını dile getiren Kaplan, astrolojik danışmanlık sürecinin bir tür “yol arkadaşlığı” olduğunu söyledi. Manevi tatminin bu işin en değerli yanı olduğunu aktararak, astrolojinin kaderi değiştirmek değil, insanlara yaşam yolculuklarında yön göstermek olduğunu vurguladı.
Programın sonunda izleyicilere bir tavsiyede bulunan Hicran Kaplan, “Zorlamayla hiçbir şey olmaz. Nasipte ne varsa odur ama nasip de gayret ister. Kader gayrete aşıktır” sözleriyle mesajını iletti. Elinden gelenin en iyisini yapmanın ve akışa teslim olurken emek vermenin önemine dikkat çekti.
İzmir’de geçtiğimiz günlerde görülen önemli kooperatif davasında mahkeme, Tunç Soyer’in tutukluluk halinin devam etmesine karar verdi. Mahkeme, davada sanıkların tutukluluk durumlarını tekrar gözden geçirdi ve Soyer’in serbest bırakılması talebini reddederek tutukluluğun devam etmesine karar verdi. Bu karar, şehrin kamuoyunda ve yerel basında büyük yankı uyandırdı. Gelişmeler, İzmir’in siyasi atmosferini ve yerel yönetimlerin geleceğini doğrudan etkileyecek gibi görünüyor.
Kooperatif davasının içeriği, İzmir’in önemli yerel meselelerinden biri haline gelmiş durumda. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in de aralarında bulunduğu sanıklar, kamu malını kötüye kullanma ve kooperatifler aracılığıyla yasa dışı işlem yapmak gibi suçlamalarla yargılanıyor. Mahkemenin bu kritik kararını açıklamasının ardından, İzmir halkı ve siyasi çevrelerden çok sayıda tepki geldi. Birçok İzmirli, Soyer’in tutukluluğunun devamını beklerken, bazı kesimler kararın siyasi bir karar olduğunu savundu.
Davanın daha fazla uzamaması gerektiğini belirten bazı avukatlar ve hukukçular, dava sürecinin artık bir an önce sonuçlanması gerektiğini dile getirdiler. Ancak mahkeme, davadaki delillerin henüz tam anlamıyla ortaya konulmadığını ve tutukluluk halinin, sanıkların kaçma şüphesi ve delil karartma ihtimali göz önünde bulundurularak devam etmesine karar verdiğini açıkladı. Bu süreçte, Soyer ve diğer sanıkların savunmalarına odaklanılacağı ve önümüzdeki duruşmaların çok daha önemli olacağı vurgulandı.
Soyer’in avukatları, kararın temyiz edileceğini belirtirken, davaya ilişkin herhangi bir yeni gelişme olmadan, tutukluluk halinin devam edeceği öngörülüyor. İzmir’deki siyaset ve iş dünyasında geniş bir yankı bulan bu dava, sadece bir ceza davası olmaktan öteye geçerek, yerel yönetimlerin güvenilirliği ve adalet sistemi üzerine çok sayıda tartışmayı da beraberinde getiriyor.
İzmir halkı, bu davanın sonucunu büyük bir merakla beklerken, mahkeme süreci ve kararlar, şehrin geleceği açısından kritik bir rol oynamaya devam ediyor. Birçok yerel siyasetçi ve İzmirli, bu kararın adaletin tesisi açısından önemli olduğunu belirtse de, bazı gruplar ise davanın çok uzun sürdüğünü ve hukukun üstünlüğü ilkesine zarar verdiğini savunuyorlar.
Mahkeme süreci devam ederken, Tunç Soyer’in tutukluluğuna yönelik verilen karar, yerel seçimlerdeki siyasi atmosferi de etkileyecek gibi görünüyor. İzmir’in geleceği ve adaletin ne şekilde sağlanacağı, bu dava sürecinin sonucuyla daha da netleşecektir.
Yazar ve senarist Bahar Ensari, Business Channel Türk TV’de katıldığı programda yazarlık serüvenini, ilham kaynaklarını ve üretim sürecinin perde arkasını anlatarak izleyicilere ilham veren samimi açıklamalarda bulundu. Ensari, 56 yaşında olduğunu ve uzun yıllar ticaretle uğraştıktan sonra son 10 yılını tamamen yazarlığa adadığını belirtti. Yazmanın kendisi için “nefes almak” gibi bir rutin olduğunu vurgulayan Ensari, herkesin olumsuz duygularından yazı aracılığıyla kurtulabileceğini söyleyerek özellikle gençlere ve yazarlığa ilgi duyanlara önemli tavsiyelerde bulundu.
Gerçek yaşam öykülerinden beslenerek yazdığını ifade eden Ensari, tüm kitaplarında yaşanmışlıklardan izler olduğunu ve bu sayede daha derin, daha duygulu hikâyeler ortaya çıktığını aktardı. Gözlem yeteneğinin yazarlıkla birlikte güçlendiğini söyleyen Ensari, artık hayatın her detayına bir yazar gözüyle baktığını, insanlardan doğaya, bir melodiye kadar her şeyin ilham kaynağı olabileceğini belirtti.
Kitaplarından da söz eden Ensari, ilk kitabının rahmetli halasının gerçek hikâyesine dayandığını ve bu hikâyenin sinema filmi için senaryosunu da yazdığını açıkladı. “İyi niyetimden çok şey kaybettim” adlı kitabının ise psikolojik yönü güçlü bir kadın hikâyesi olduğunu belirten Ensari, kadın temalı eserler yaratmayı toplumsal bir sorumluluk olarak gördüğünü dile getirdi. Ayrıca “Zordu Kadın Olmak” isimli yeni kitabının lansmanının bu ay yapılacağını söyleyerek yeni projeleri hakkında bilgi verdi.
Yoğun iş temposu içerisinde YouTube kanalı için de içerik üreten Ensari, yazarlık tecrübelerini paylaşarak yazar adaylarına yol göstermeyi hedeflediğini ifade etti. Geçtiğimiz haftalarda sağlık sorunları yaşadığını belirten Ensari, buna rağmen üreterek daha fazla insana dokunma hedefinden vazgeçmediğini vurguladı. Yakında hayata dair zorlukların nasıl aşılabileceğine yönelik yeni bir YouTube serisi de başlatacağını duyurdu.
Yazarlığa çocuk yaşlarda başladığını, 10 yıldır ise profesyonel eğitimler alarak kendini geliştirdiğini söyleyen Ensari, yazarlık, senaryo, konuşmacılık ve koçluk eğitimleri sayesinde sürekli yenilendiğini aktardı. Okurlarla buluşmanın, imza günlerinin ve hikâyeyi kafasında tamamladığı o anın kendisi için en büyük mutluluk olduğunu ifade etti.
Çalışma stilinden de bahseden Ensari, sabah erken saatlerde yazmayı tercih ettiğini, metinlerini demlenmeye bırakarak sonra tekrar düzenlediğini söyledi. Gün içinde gelen ilhamları unutmayıp hemen not ettiğini belirten Ensari, teknolojinin bu konuda büyük kolaylık sağladığını vurguladı.
Son olarak müzikle olan bağından da bahseden Ensari, yazdığı bir şiirin beste haline getirilmesiyle ortaya çıkan “Şair” adlı şarkının YouTube’da yayınlandığını açıkladı. Senaryo ve roman yazarlığı arasındaki farkı da anlatan Ensari, senaryoda eylem ve diyalogların ön planda olduğunu, romanda ise duyguların, düşüncelerin ve derinliğin daha fazla yer bulduğunu söyledi. Yazarlığın ruhunun bir parçası olduğunu dile getirerek sözlerini tamamladı.
Sigorta sektörünün hızla büyüyen isimlerinden biri olan Sigorta Park Acenta sahibi Fatih Sultan Aral, bankacılık kariyerini geride bırakarak attığı cesur adımla sigortacılığa yeni bir soluk getirdi. 2017’nin sonunda bankacılık mesleğinden radikal bir kararla ayrılan Aral, 2018’de kurduğu Sigorta Park ile hem bireysel hem de kurumsal sigorta alanında geniş bir hizmet yelpazesi oluşturdu. Kurumsal sigortalardan işyeri ve sorumluluk poliçelerine, nakliyat ve inşaat risk sigortalarından teminat-kefalet ürünlerine kadar pek çok alanda çözüm sunan Aral, özellikle KOBİ’lere yönelik hizmetleriyle dikkat çekiyor.
Bireysel tarafta ise konut, trafik, kasko, sağlık, tamamlayıcı sağlık, yabancı sağlık, ferdi kaza ve bireysel emeklilik gibi çok sayıda ürünle müşterilerine kapsamlı bir sigorta deneyimi sunan Sigorta Park, sektörde güvenilirliğini adım adım artırıyor. Aral, sigortacılığın yalnızca bir poliçe satmaktan ibaret olmadığını, her ürünün detaylarıyla anlaşılması gereken büyük bir uzmanlık alanı olduğunu vurguluyor. Poliçelerin tek tek okunması, teminatların doğru aktarılması ve müşterilerin bilinçlendirilmesinin sektörün en kritik noktası olduğuna dikkat çeken Aral, Türkiye’de sigorta bilincinin hâlâ yeterli düzeyde olmadığını ifade ediyor.
Pandemiyle birlikte hızla artan dijitalleşme sürecinin sigortacılıkta yeni bir dönem başlattığını belirten Aral, Sigorta Park markasıyla dijital sigortacılığa tam entegrasyon için yoğun çalışmalar yürüttüklerini söylüyor. Planlanan dijital altyapı sistemiyle müşterilerin acenteyle iletişime geçmeden poliçe satın alabilmesi, hasar süreçlerini takip edebilmesi ve yenileme dönemlerini otomatik olarak görebilmesi hedefleniyor. Bu uzun soluklu projenin sektörde fark yaratacağına inanan Aral, “Sigorta Park, sigortada fark” sloganıyla şeffaf, ulaşılabilir ve çözüm odaklı hizmet anlayışını benimsediklerini belirtiyor.
Sektörde yaşanan zorluklara da dikkat çeken Aral, çoklu satış kanalları, eksik bilgilendirme, yanlış teminatlandırma gibi sorunların sigorta müşterilerinin mağduriyetine yol açtığını anlatıyor. Bankaların düşük fiyatla poliçe satabilmek için teminatları düşürmesi ve bazı tali acenteliklerin yeterli teknik bilgiye sahip olmadan poliçe düzenlemesinin hem sektörü hem de müşteri güvenini zedelediğini ifade ediyor. Bu nedenle profesyonellik, bilgi birikimi ve güvenilirliğin sigortacılığın en temel şartları olduğunu vurguluyor.
Trafik sigortası konusunda sigorta şirketlerinin son dönemde tavan fiyat tarifesinin üzerinde ek teminatlarla fiyatları yükseltmesinin sektörde ciddi sıkıntılar yarattığını da belirten Aral, sigorta bilincinin güçlenmesi ve sektörün daha profesyonel bir yapıya kavuşması gerektiğini söylüyor. Disiplinli çalışma tarzı, analitik düşünme becerisi ve satış yeteneğini sigortacılıkta en önemli avantajları olarak gösteren Aral, müşterilerine her zaman güven veren bir hizmet sunmayı hedeflediklerini ifade ediyor.
Kanser vakalarının dünya genelinde hızla arttığı günümüzde, tedavi yöntemlerindeki gelişmeler ve kişiye özel planlamalar büyük önem taşıyor. Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Didem Karaçetin, Business Channel Türk TV’de yaptığı açıklamalarda kanser tedavisinin tüm aşamalarına dair kritik bilgiler paylaştı.
Karaçetin, 20 yılı aşkın süredir radyasyon onkolojisi alanında çalıştığını belirterek özellikle son yıllarda çevresel faktörler, genetik geçişler ve yaşam tarzının kanser oranlarını artırdığını ifade etti. Erken tanının hayat kurtardığının altını çizen uzman isim, farkındalığın artmasıyla birlikte erken evre hastalarda tedavi başarısının belirgin şekilde yükseldiğini söyledi.
Kanser tedavilerinde kemoterapi, radyoterapi, cerrahi ve immünoterapi gibi yöntemlerin bulunduğunu belirten Prof. Dr. Karaçetin, her hastanın tedavi planının multidisipliner konseylerde belirlendiğini vurguladı. Radyologdan cerraha, patologdan medikal onkoloğa kadar tüm branşların bir araya geldiği bu konseylerde hastanın evresi, genel durumu, metabolizması ve tedavi toleransı göz önünde bulundurularak bireyselleştirilmiş bir yol haritası çıkarılıyor.
Kişiye özel tedavilerin artık onkolojide standart haline geldiğini aktaran Karaçetin, aynı tanıyı alan iki hastanın bile aynı tedaviyi almamasının normal olduğunu söyledi. Hastanın evresi, genetik yapısı, kilo durumu ve kas kitlesi gibi faktörlerin tedavinin seyrini direkt etkilediğini belirtti.
Yan etkiler konusunda da detaylı bilgiler veren uzman, kemoterapinin akut dönemde bulantı-kusma gibi etkiler gösterebildiğini, radyoterapide ise hedef dokuyu maksimum koruma prensibiyle planlama yapıldığını söyledi. Tedavilerin neden olduğu kilo kaybı ve kas erimesinin (sarkopeni) prognozu olumsuz etkileyebileceğini vurgulayan Karaçetin, “Her onkoloji hastası mutlaka psikolog ve diyetisyen desteği almalı, beslenme tedavinin bir parçasıdır” dedi.
Beslenmede ise Akdeniz mutfağının, üç beyazdan (şeker, tuz, un) uzak durmanın ve düzenli fiziksel aktivitenin önemine dikkat çekti. Hastaların vücut kitle indeksinin takip edilmesi gerektiğini, beslenme desteğinin çoğu zaman tedavi başlamadan önce verilmesi gerektiğini ifade etti.
Tedavi sürecinde psikolojik desteğin de kritik olduğunu hatırlatan Karaçetin, tanı anında yaşanan şokun hastaları olumsuz etkileyebildiğini, aile desteği ve uzman yardımıyla bu sürecin daha sağlıklı yönetilebildiğini söyledi.
Radyoterapinin halk arasında “ışın tedavisi” olarak bilinen lokal bir tedavi yöntemi olduğunu anlatan Karaçetin, gelişmiş cihazların tedavinin doğruluğunu artırıp yan etkileri azalttığını belirtti. Nokta atış (stereotaktik) tedavi yöntemlerinin ise her hastaya uygun olmadığını, sadece belirli kriterleri karşılayan küçük lezyonlarda uygulanabildiğini ifade etti.
Uzun vadeli etkilerden bahseden Karaçetin, modern cihazlar sayesinde kronik yan etkilerin artık minimum seviyeye indiğini, solunum kontrolü gibi teknolojilerle sağlam dokuların korunabildiğini söyledi.
Son olarak tedavide öncelik sırasının çok önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Didem Karaçetin, biyopsi, evreleme ve görüntüleme sonuçlarının birlikte değerlendirilmesiyle en doğru tedavi sıralamasının yapılabildiğini dile getirdi. Erken teşhis ve doğru planlamayla kanserde başarı oranlarının her geçen gün arttığını vurguladı.